Antalya Jeoloji Mühendisleri Odası Başkanı Bayram Ali Çeltik, 17 Ağustos 1999 Marmara Depreminin yıl dönümünde basın açıklaması yayınladı. Çeltik; “17 Ağustos 1999 Marmara depremlerinin ardından 20 yıl geçti; değişen bir şey yok” dedi.
Haber Giriş Tarihi: 17.08.2019 13:19
Haber Güncellenme Tarihi: 17.08.2019 13:19
Kaynak:
Haber Merkezi
https://www.korkutelimanset.com
Çeltik;
“ 17 Ağustos 1999'da saat 03:02'de merkez üssü Gölcük olan 7.4 büyüklüğündeki
45 saniye süren ve resmi bilgilere göre 18.373 kişinin yaşamını yitirdiği,
23.781 kişinin yaralandığı, 505 kişinin sakat kaldığı 285.211 ev ve 42.902
işyerinin hasar gördüğü Gölcük depreminin
ardından 20 yıl geçti.
Depremde
ortaya çıkan bu olumsuz tablo; afet zararlarının doğrudan belirleyicisi olan;
düşük standartlarda, sağlıksız ve yasadışı bir yapılaşma, ranta dayalı hızlı ve
düşük nitelikli kentleşme, bilimsel normlara dayalı olmayan arazi kullanım ve
yer seçimi kararları, denetimsizlik ve özellikle tüm bu olumsuzlukları
giderecek yasal düzenleme ve idari yapılanmaya ilişkin bütünlüklü bir
çalışmanın olmayışının bir sonucunda ortaya çıkmıştır.
Aradan
geçen bunca yıla rağmen, ülkemizde deprem, sel, taşkın, heyelan ve kaya düşmesi
gibi doğa olaylarının insan eliyle hala afete dönüşmeye devam ediyor.08.08.2019
tarihinde Denizli Bozkurt’ta meydana gelen Mw=5.7 büyüklüğündeki bir depremde
bile 100 aşkın konutun ağır hasar görmesi, 800’e yakın yapıda hafif hasarların
oluşması, afet gerçeğinin ülkemizde yeterince anlaşılmadığını, gerekli
önlemlerin hala yeterince hayata geçirilemediği gerçeğini acı bir şekilde
ortaya koymaktadır.
Başta
deprem olmak üzere doğa olaylarının afete dönüşmemesi için yapılması
gerekenlerin en başında afet zararlarını azaltıcı ve önleyici yasal
düzenlemelerin bilimsel, teknik normlara ve uluslararası standartlara uygun
olarak yapılması gelmektedir.
Bütün
bu gerçeklerin bilinmesine karşın, geçtiğimiz yıl çıkarılan ve başvuruları
devam eden imar affı düzenlemesi, yine son aylarda birbiri ardı sıra, akla ve
mantığa uymayan yönetmeliklerin çıkarılmış olması zarar azaltma ve önleme
anlayışının iş bilmezler eliyle terk edilmiş olduğunu bir kez daha
göstermiştir.
Özellikle 1999 yılında yaşanan Kocaeli
ve Düzce depremleri sırasında meydana gelen yüksek can ve mal kayıpları ile
ekonomik, sosyal ve çevresel zararların büyüklüğü, geleneksel yara sarma
yaklaşımı yerine olası zarar azaltma (risk) çalışmalarının ön plana çıkması
gerektiği sonucunu ortaya koymuştur. Bu nedenle deprem riskini azaltmada ve
depremle baş edebilmede hazırlıklı ve dirençli bir toplum yaratılması, bu amaca
yönelik kurumsal alt yapının oluşturulması ve konuyla ilgili ARGE
faaliyetlerinin önceliklerinin belirlenmesi amacıyla ilk kez Ulusal Deprem
Stratejisi ve Eylem Planı (UDSEP) hazırlanmıştır.
UDSEP 2023 strateji belgesi ile
belirlenen konu başlıklarına göre eylemin gerçekleştirilmesi için gerekli alt
yapıyı ve/veya iş birliği ve koordinasyonu sağlamayla görevli sorumlu
kuruluşlar belirlenmiştir.
Ülkemiz açısından kapsamlı ve önemli bir
eylem planı ortaya konulmuş olmasına rağmen bu plana aykırı ve amaca hizmet
etmeyecek uygulamaların giderek yaygınlaştığı görülmektedir.
Geçtiğimiz
günlerde Karayolları Genel Müdürlüğü’nün uzmanlık ve görev alanı içinde
olmamasına rağmen; Boru Hattı
Sistemleri, Elektrik İletim Sistemleri ve İletişim Tesisleri,Hava Meydanı Yapıları Deprem Yönetmeliği,
Demiryolu Köprü ve Viyadükleri, Tünelleri ve Diğer Zemin Yapıları, Kıyı ve
Liman Yapıları Deprem Yönetmeliklerinin hazırlanması görevi verildiği;farklı konulardaki bu deprem
yönetmeliklerinin de, bir firmaya ihale edilmek suretiyle yaptırıldığı
anlaşılmaktadır. Ancak Karayolları Genel Müdürlüğü’nün görev, sorumluluk
ve uzmanlık alanı ile yakından veya uzaktan ilgisi olmayan, 2011 yılında
yayınlanan UDSEP 2023 (Ulusal Deprem Stratejisi ve Eylem Planı) strateji
planına göre sorumlulukları da başka kurumlara verilmiş olan konularda da
deprem yönetmelikleri hazırlatılmasının mantığını da, hangi amaca hizmet
ettiğini de anlamak mümkün değildir.
Yine, TBMM’de yasalaşan “Tapu Kanunu
ve Bazı Kanunlarda Değişik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı” ile AFAD
Başkanlığı’nın görevleri arasında bulunan önemli iş ve işlemlerin bir kez daha
bu kurumun elinden alınarak başka kuruma devredildiği görülmektedir.
Arka arkaya yapılan bu yasal
düzenlemeler, ülkemizdeki afet ve acil durumlara ilişkin iş ve işlemlerin tek
elde toplanması ve yönetilmesi amacıyla Afet İşleri Genel Müdürlüğü, Sivil Savunma
Genel Müdürlüğü ile Acil Durum Yönetimi Genel Müdürlüğünün büyük umutlarla!
yine bu siyasi iktidar tarafından bundan yaklaşık on yıl önce birleştirilerek
oluşturulan AFAD Başkanlığının aynı siyasi anlayış tarafından
işlevsizleştirilmesine çalışılması anlaşılır ve kabul edilebilir bir durum
değildir.
Yine,
İçişleri bakanlığı Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) tarafından
hazırlanan ve 01.01.2019 tarihinde yürürlüğe girmiş olan Türkiye Bina Deprem
Yönetmeliği ile Türkiye Deprem Tehlike Haritası ülkemizdeki yerleşimlerin
deprem güvenliğinin sağlanması açısından hayati işlevlere sahip olup, teknik
içerikleri de kritik önemdedir. Ancak, söz konusu yönetmeliğin; ülkenin
jeolojik gerçekliğine uygun hazırlanmadığı, imar planına esas jeolojik ve jeoteknik
etüt raporlarını yönlendirici kabul edilmediği, güvenli yapılaşma süreçlerinde
yer alması gereken jeoloji mühendisliği hizmetlerinin dışlandığı görülmektedir.
Gerek ülkemizde gerekse dünyada deprem
etkisi altında mevcut binaların hasar görebilirliği; taşıyıcı sistem yapısının
yetersizliği veya düzensizliği, yapıda kullanılan malzemenin niteliği ve
yapının oturduğu zeminlerin jeoteknik özellikleri ile diri fay parametreleri
gibi dört temel nedenden kaynaklandığı bilinmektedir.
Jeoloji Mühendisleri Odası olarak, bir
doğa olayı olan depremlerin afete dönüşmemesinin ve dolayısıyla deprem
zararlarının azaltılmasının mümkün olduğunu bir kez daha belirtiyor ve; doğa
kaynaklı bir olayı afete dönüştüren en önemli etmenlerden biri olan yapının
oturduğu zeminlerin jeolojik ve jeoteknik özelliklerinin belirlenmesi ve
değerlendirilmesinin ancak jeoloji mühendisleri tarafından yerine
getirilebileceğini ifade ediyor ve yapı üretimi ve denetimi süreçlerinin
jeolojik-jeoteknik (zemin ve temel) etüdü, mimari, statik, elektrik,
makine, peyzaj gibi tümetüt ve
projelerin 3194 sayılı yasada belirtildiği şekilde ayrı ayrı ilgili meslek
disiplini tarafından yerine getirilmesinin uygulamada sağlanması gerektiğini
bir kez daha vurguluyoruz.
Yapı üretim sürecinin güvenli yapılaşmayı
yaratabilmesinin önkoşulu, bu sürece katılan meslek disiplinlerinin ortak bir
amaç için sürece etkin katılımının sağlanması ile mümkündür. Güvenli yapı
üretimi, farklı meslek disiplinlerinin hazırladığı “etüt ve projelerin”
(jeolojik-jeoteknik/zemin ve temel etüdü), mimari, statik, elektrik,
makine, harita, peyzaj projeleri bir bütünüdür. İlgili meslek disiplinlerinin
kendi mesleki uzmanlıklarını sürece katmasını ve koordineli bir çalışma
yürütmelerini gerektirmektedir. Tüm bu gerçeklere rağmen, yapı üretim ve
denetim sürecindeki etüt ve proje kontrolünün her bir meslek disiplini
tarafından ayrı ayrı üstlenilmesi gerekirken; gerek Türkiye Bina Deprem
Yönetmeliği, gerekse Planlı Alanlar Tip imar Yönetmeliği ile farklı mimarlık ve
mühendislik disiplinlerinin katkıları ile hazırlanan etüt ve projelendirme
süreçlerinin gözetim ve kontrollük hizmetlerinin sadece tek bir meslek
disiplinine bırakıldığı görülmektedir. Bilime ve mühendislik hizmetlerinin
gereklerine aykırı olacak bu durum, depreme karşı güvenli yapılaşma sürecini
aksatacak sonuçlar yaratacaktır.
Yanlış, eksikli ve amaca hizmet etmeyen
yasal düzenlemeler, merkezi ve yerel yönetimlerin ranta dayalı imar ve
kentleşme politikaları gibi bütün bu olumsuz gelişmeler ortadayken getirilen “imar affı” ile; kıyı alanları,
tarım arazileri, meralar, orman alanları, dere yatakları, heyelanlı sahalar,
içme suyu havzaları ile tarihi, doğal, arkeolojik sit alanları üzerine inşa
edilen kaçak ve mevzuata uygun olmayan bina ve tesisler ile ayrıcalıklı imar
hakları verilerek her biri bir “kent
ve çevre suçu” niteliğinde yükselen yapılar
yasallaştırılmıştır.
“İmar
Barışı” adı altında topluma sunulan bu kaçak yapılaşma affı
ile, denetimsiz, yeterli mühendislik hizmeti almamış yapılar da yasal hale
getirilmiş, bugüne kadar sınırlı da olsa deprem güvenliği için atılmış olan tüm
adımlar boşa çıkartılmıştır. Bu yasal kılıf, ülkede inşa edilmiş bulunan
yapıları depreme karşı güvenlikli hale getirmeyecek, tam aksine doğa
olaylarının afete dönüşerek pek çok insanın hayatını kaybetmesinin zemini
hazırlanmış olacaktır. Karadeniz bölgesinde son günlerde yağan yağmur sonucu
meydana gelen taşkınlarda, dere yatakları içine yapılmış ve imar affına sokulan
çok sayıdaki kaçak yapının yıkılmış olması, can ve mal kayıplarının olması bunun
açık göstergelerinden biridir. Benzer durum 08.08.2019 tarihinde Denizli-
Bozkurt’a da yaşan depremde de karşımıza çıkmış ve imar affından yararlanan
bazı yapılar hasar görmüştür.
Bütün
bu olumsuzluklar, başta depremini bekleyen İstanbul olmak üzere deprem
tehlikesi altındaki bütün kentlerimizi, depreme de deprem sonrasına da daha
hazırlıksız ve güvensiz hale getirecektir.
Diğer
taraftan, bütün dikkatler sonuçları çok daha büyük olacak olası bir İstanbul
depremine haklı olarak odaklanmışken; toplam uzunluğu 600 kilometre olan ve
etkili olduğu bölgede11 ilimiz ve barajlarımızın bulunan, uzun süredir
sessizliğini koruyan ve enerji biriktiren ve geçmişte çok sayıda yıkıcı depreme
kaynaklık etmiş, yakın gelecekte de yıkıcı depremlere kaynaklık etmesi
kaçınılmaz olan Doğu Anadolu Fay Zonu’da gözlerden uzak tutulmamalıdır.
Ülkemizde,
jeolojik yapısı nedeniyle, her zaman yıkıcı depremlerin yaşanabileceği
gerçeğinden hareketle, ranta ve kaderciliğe teslim edilmiş anlayışla değil;
insana, akla, bilime ve mühendisliğe önem veren politik tercih ve uygulamalar
ile başta deprem olmak üzere afetlere karşı daha güvenli bir hale gelecektir.
TMMOB
Jeoloji Mühendisleri Odası, afetlere kaşı güvenli, yaşanası güzel bir ülke için
yanlışı mahkum etmeye, doğruyu söylemeye Bilimle, Emekle, İnatla ve Umutla
devam edecektir.
Saygılarımızla,
TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu” İfadelerini kullandı.
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Ardından 20 Yıl Geçti; Değişen Bir Şey Yok
Antalya Jeoloji Mühendisleri Odası Başkanı Bayram Ali Çeltik, 17 Ağustos 1999 Marmara Depreminin yıl dönümünde basın açıklaması yayınladı. Çeltik; “17 Ağustos 1999 Marmara depremlerinin ardından 20 yıl geçti; değişen bir şey yok” dedi.
Çeltik; “ 17 Ağustos 1999'da saat 03:02'de merkez üssü Gölcük olan 7.4 büyüklüğündeki 45 saniye süren ve resmi bilgilere göre 18.373 kişinin yaşamını yitirdiği, 23.781 kişinin yaralandığı, 505 kişinin sakat kaldığı 285.211 ev ve 42.902 işyerinin hasar gördüğü Gölcük depreminin ardından 20 yıl geçti.
Depremde ortaya çıkan bu olumsuz tablo; afet zararlarının doğrudan belirleyicisi olan; düşük standartlarda, sağlıksız ve yasadışı bir yapılaşma, ranta dayalı hızlı ve düşük nitelikli kentleşme, bilimsel normlara dayalı olmayan arazi kullanım ve yer seçimi kararları, denetimsizlik ve özellikle tüm bu olumsuzlukları giderecek yasal düzenleme ve idari yapılanmaya ilişkin bütünlüklü bir çalışmanın olmayışının bir sonucunda ortaya çıkmıştır.
Aradan geçen bunca yıla rağmen, ülkemizde deprem, sel, taşkın, heyelan ve kaya düşmesi gibi doğa olaylarının insan eliyle hala afete dönüşmeye devam ediyor.08.08.2019 tarihinde Denizli Bozkurt’ta meydana gelen Mw=5.7 büyüklüğündeki bir depremde bile 100 aşkın konutun ağır hasar görmesi, 800’e yakın yapıda hafif hasarların oluşması, afet gerçeğinin ülkemizde yeterince anlaşılmadığını, gerekli önlemlerin hala yeterince hayata geçirilemediği gerçeğini acı bir şekilde ortaya koymaktadır.
Başta deprem olmak üzere doğa olaylarının afete dönüşmemesi için yapılması gerekenlerin en başında afet zararlarını azaltıcı ve önleyici yasal düzenlemelerin bilimsel, teknik normlara ve uluslararası standartlara uygun olarak yapılması gelmektedir.
Bütün bu gerçeklerin bilinmesine karşın, geçtiğimiz yıl çıkarılan ve başvuruları devam eden imar affı düzenlemesi, yine son aylarda birbiri ardı sıra, akla ve mantığa uymayan yönetmeliklerin çıkarılmış olması zarar azaltma ve önleme anlayışının iş bilmezler eliyle terk edilmiş olduğunu bir kez daha göstermiştir.
Özellikle 1999 yılında yaşanan Kocaeli ve Düzce depremleri sırasında meydana gelen yüksek can ve mal kayıpları ile ekonomik, sosyal ve çevresel zararların büyüklüğü, geleneksel yara sarma yaklaşımı yerine olası zarar azaltma (risk) çalışmalarının ön plana çıkması gerektiği sonucunu ortaya koymuştur. Bu nedenle deprem riskini azaltmada ve depremle baş edebilmede hazırlıklı ve dirençli bir toplum yaratılması, bu amaca yönelik kurumsal alt yapının oluşturulması ve konuyla ilgili ARGE faaliyetlerinin önceliklerinin belirlenmesi amacıyla ilk kez Ulusal Deprem Stratejisi ve Eylem Planı (UDSEP) hazırlanmıştır.
UDSEP 2023 strateji belgesi ile belirlenen konu başlıklarına göre eylemin gerçekleştirilmesi için gerekli alt yapıyı ve/veya iş birliği ve koordinasyonu sağlamayla görevli sorumlu kuruluşlar belirlenmiştir.
Ülkemiz açısından kapsamlı ve önemli bir eylem planı ortaya konulmuş olmasına rağmen bu plana aykırı ve amaca hizmet etmeyecek uygulamaların giderek yaygınlaştığı görülmektedir.
Geçtiğimiz günlerde Karayolları Genel Müdürlüğü’nün uzmanlık ve görev alanı içinde olmamasına rağmen; Boru Hattı Sistemleri, Elektrik İletim Sistemleri ve İletişim Tesisleri, Hava Meydanı Yapıları Deprem Yönetmeliği, Demiryolu Köprü ve Viyadükleri, Tünelleri ve Diğer Zemin Yapıları, Kıyı ve Liman Yapıları Deprem Yönetmeliklerinin hazırlanması görevi verildiği; farklı konulardaki bu deprem yönetmeliklerinin de, bir firmaya ihale edilmek suretiyle yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Ancak Karayolları Genel Müdürlüğü’nün görev, sorumluluk ve uzmanlık alanı ile yakından veya uzaktan ilgisi olmayan, 2011 yılında yayınlanan UDSEP 2023 (Ulusal Deprem Stratejisi ve Eylem Planı) strateji planına göre sorumlulukları da başka kurumlara verilmiş olan konularda da deprem yönetmelikleri hazırlatılmasının mantığını da, hangi amaca hizmet ettiğini de anlamak mümkün değildir.
Yine, TBMM’de yasalaşan “Tapu Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı” ile AFAD Başkanlığı’nın görevleri arasında bulunan önemli iş ve işlemlerin bir kez daha bu kurumun elinden alınarak başka kuruma devredildiği görülmektedir.
Arka arkaya yapılan bu yasal düzenlemeler, ülkemizdeki afet ve acil durumlara ilişkin iş ve işlemlerin tek elde toplanması ve yönetilmesi amacıyla Afet İşleri Genel Müdürlüğü, Sivil Savunma Genel Müdürlüğü ile Acil Durum Yönetimi Genel Müdürlüğünün büyük umutlarla! yine bu siyasi iktidar tarafından bundan yaklaşık on yıl önce birleştirilerek oluşturulan AFAD Başkanlığının aynı siyasi anlayış tarafından işlevsizleştirilmesine çalışılması anlaşılır ve kabul edilebilir bir durum değildir.
Yine, İçişleri bakanlığı Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) tarafından hazırlanan ve 01.01.2019 tarihinde yürürlüğe girmiş olan Türkiye Bina Deprem Yönetmeliği ile Türkiye Deprem Tehlike Haritası ülkemizdeki yerleşimlerin deprem güvenliğinin sağlanması açısından hayati işlevlere sahip olup, teknik içerikleri de kritik önemdedir. Ancak, söz konusu yönetmeliğin; ülkenin jeolojik gerçekliğine uygun hazırlanmadığı, imar planına esas jeolojik ve jeoteknik etüt raporlarını yönlendirici kabul edilmediği, güvenli yapılaşma süreçlerinde yer alması gereken jeoloji mühendisliği hizmetlerinin dışlandığı görülmektedir.
Gerek ülkemizde gerekse dünyada deprem etkisi altında mevcut binaların hasar görebilirliği; taşıyıcı sistem yapısının yetersizliği veya düzensizliği, yapıda kullanılan malzemenin niteliği ve yapının oturduğu zeminlerin jeoteknik özellikleri ile diri fay parametreleri gibi dört temel nedenden kaynaklandığı bilinmektedir.
Jeoloji Mühendisleri Odası olarak, bir doğa olayı olan depremlerin afete dönüşmemesinin ve dolayısıyla deprem zararlarının azaltılmasının mümkün olduğunu bir kez daha belirtiyor ve; doğa kaynaklı bir olayı afete dönüştüren en önemli etmenlerden biri olan yapının oturduğu zeminlerin jeolojik ve jeoteknik özelliklerinin belirlenmesi ve değerlendirilmesinin ancak jeoloji mühendisleri tarafından yerine getirilebileceğini ifade ediyor ve yapı üretimi ve denetimi süreçlerinin jeolojik-jeoteknik (zemin ve temel) etüdü, mimari, statik, elektrik, makine, peyzaj gibi tüm etüt ve projelerin 3194 sayılı yasada belirtildiği şekilde ayrı ayrı ilgili meslek disiplini tarafından yerine getirilmesinin uygulamada sağlanması gerektiğini bir kez daha vurguluyoruz.
Yapı üretim sürecinin güvenli yapılaşmayı yaratabilmesinin önkoşulu, bu sürece katılan meslek disiplinlerinin ortak bir amaç için sürece etkin katılımının sağlanması ile mümkündür. Güvenli yapı üretimi, farklı meslek disiplinlerinin hazırladığı “etüt ve projelerin” (jeolojik-jeoteknik/zemin ve temel etüdü), mimari, statik, elektrik, makine, harita, peyzaj projeleri bir bütünüdür. İlgili meslek disiplinlerinin kendi mesleki uzmanlıklarını sürece katmasını ve koordineli bir çalışma yürütmelerini gerektirmektedir. Tüm bu gerçeklere rağmen, yapı üretim ve denetim sürecindeki etüt ve proje kontrolünün her bir meslek disiplini tarafından ayrı ayrı üstlenilmesi gerekirken; gerek Türkiye Bina Deprem Yönetmeliği, gerekse Planlı Alanlar Tip imar Yönetmeliği ile farklı mimarlık ve mühendislik disiplinlerinin katkıları ile hazırlanan etüt ve projelendirme süreçlerinin gözetim ve kontrollük hizmetlerinin sadece tek bir meslek disiplinine bırakıldığı görülmektedir. Bilime ve mühendislik hizmetlerinin gereklerine aykırı olacak bu durum, depreme karşı güvenli yapılaşma sürecini aksatacak sonuçlar yaratacaktır.
Yanlış, eksikli ve amaca hizmet etmeyen yasal düzenlemeler, merkezi ve yerel yönetimlerin ranta dayalı imar ve kentleşme politikaları gibi bütün bu olumsuz gelişmeler ortadayken getirilen “imar affı” ile; kıyı alanları, tarım arazileri, meralar, orman alanları, dere yatakları, heyelanlı sahalar, içme suyu havzaları ile tarihi, doğal, arkeolojik sit alanları üzerine inşa edilen kaçak ve mevzuata uygun olmayan bina ve tesisler ile ayrıcalıklı imar hakları verilerek her biri bir “kent ve çevre suçu” niteliğinde yükselen yapılar yasallaştırılmıştır.
“İmar Barışı” adı altında topluma sunulan bu kaçak yapılaşma affı ile, denetimsiz, yeterli mühendislik hizmeti almamış yapılar da yasal hale getirilmiş, bugüne kadar sınırlı da olsa deprem güvenliği için atılmış olan tüm adımlar boşa çıkartılmıştır. Bu yasal kılıf, ülkede inşa edilmiş bulunan yapıları depreme karşı güvenlikli hale getirmeyecek, tam aksine doğa olaylarının afete dönüşerek pek çok insanın hayatını kaybetmesinin zemini hazırlanmış olacaktır. Karadeniz bölgesinde son günlerde yağan yağmur sonucu meydana gelen taşkınlarda, dere yatakları içine yapılmış ve imar affına sokulan çok sayıdaki kaçak yapının yıkılmış olması, can ve mal kayıplarının olması bunun açık göstergelerinden biridir. Benzer durum 08.08.2019 tarihinde Denizli- Bozkurt’a da yaşan depremde de karşımıza çıkmış ve imar affından yararlanan bazı yapılar hasar görmüştür.
Bütün bu olumsuzluklar, başta depremini bekleyen İstanbul olmak üzere deprem tehlikesi altındaki bütün kentlerimizi, depreme de deprem sonrasına da daha hazırlıksız ve güvensiz hale getirecektir.
Diğer taraftan, bütün dikkatler sonuçları çok daha büyük olacak olası bir İstanbul depremine haklı olarak odaklanmışken; toplam uzunluğu 600 kilometre olan ve etkili olduğu bölgede11 ilimiz ve barajlarımız
ınbulunan, uzun süredir sessizliğini koruyan ve enerji biriktiren ve geçmişte çok sayıda yıkıcı depreme kaynaklık etmiş, yakın gelecekte de yıkıcı depremlere kaynaklık etmesi kaçınılmaz olan Doğu Anadolu Fay Zonu’da gözlerden uzak tutulmamalıdır.Ülkemizde, jeolojik yapısı nedeniyle
,her zaman yıkıcı depremlerin yaşanabileceği gerçeğinden hareketle, ranta ve kaderciliğe teslim edilmiş anlayışla değil; insana, akla, bilime ve mühendisliğe önem veren politik tercih ve uygulamalar ile başta deprem olmak üzere afetlere karşı daha güvenli bir hale gelecektir.TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası, afetlere kaşı güvenli, yaşanası güzel bir ülke için yanlışı mahkum etmeye, doğruyu söylemeye Bilimle, Emekle, İnatla ve Umutla devam edecektir.
Saygılarımızla, TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu” İfadelerini kullandı.
En Çok Okunan Haberler